Pages

2 Temmuz 2013

SON OSMANLILAR Osmanlı Hanedanının Sürgün Öyküsü

Gönderen bengibi benimgibi zaman: 12:49
Demiştim ya sizlere blogu ilk hayata geçirdiğimde "merhaba" yazımda hayata, bana dair her şeyle burda olmak istiyorum diye... uzun zamandır okuduğum kitapları da sizinle paylaşmak istiyorum ama nedense bir uyuşukluk hali çöktü bana :) belki de sıcaklardandır :) aslında eskiye oranla daha fazla boş vaktim var kitap okumak için ama her nedense daha az okuyorum. Galiba vakitsizlikten şikayet eden biz insanlar vakti bulunca o günleri unutuyoruz...

Lafı fazla uzatmadan en son okuduğum kitabı tanıtarak başlamak istiyorum. Bir tarihçi olarak ilk olarak 2006 da çıkan bu kitabı üstünden 7 yıl geçtikten sonra okumak ise benim ayıbım :(

                                     

 Yazarı kendini bu konuda araştırma yapmaya adamış biri; Murat BARDAKÇI.  Ufak tefek dokunuşlar ve gözlemler hariç duygularını pek katmamış yazılarına... İnanın bana gerek de kalmamış. Elbette ki hataları vardır ve elbette ki dönemin şartları neyi gerektiriyorsa öyle davranılmalı... sorgulamıyorum ama belki daha iyi şartlar sağlanabilir miydi demekten de kendimi alamıyorum. Aranızda "hak ettiler" diye düşünüp bana karşı gelenler de olacaktır mutlaka ama her şeyden önce insan olarak değerlendirmek lazım her birini. Düşünsenize, sürgün edildiğiniz topraklar, bir zamanlar atalarınızın küçük bir beylik olarak kurduğu ve zamanla geliştirdiği topraklar ve fakat yurt dışına "vatansız" olarak çıkarılıyorsunuz. Kimliğinizde "Türk" ya da "Osmanlı" yazmıyor. Okurken bende çok acı hisler uyandırdı. Belki şu bir iki alıntı niye böyle düşündüğüm konusunda size ipucu verir.




"Mehmet Orhan İstanbul'da sık sık ağladı ... Gözünden iki damla yaş aktı ve kendi kendine 'nefsine hakim ol' diye mırıldandı ... ama iradesi gözyaşlarına söz geçiremedi. En fazla gözyaşını Çırağan Oteli'ndeki Boğaz'a nazır geniş odasından Beylerbeyi'ni, Kuzguncuk'u seyretmeye çalışıp hiçbir şey görememesi üzerine döktü. 'İstanbul'a bu kadar sene sonra kör olarak mı gelecektim' dedi."
 
 
 "...  Büyükbabalarının yüzlerce yıl idare ettikleri Topkapı Sarayı'nı gezdi Mehmet Orhan. 68 yıl öncesinden çok farklı bir ziyaretti bu ... Kapıdan içeriye, 20 bin liralık bileti uzatarak girdi."
 
" Bir akşam üzeri, mektepten yeni dönmüştüm. Konağa iki polisle bir komiser geldi. Komiser ağlıyordu. Bana bir kağıt imzalattılar. 14 yaşındaydım. Ne olduğuna bile bakmadan imzaladım. Acelem vardı, bisiklete binecektim. Meğer, 24 saat içerisinde Türkiye topraklarını terkedeceğime dair garanti vermeşim. Mehmet Orhan "
 
" 21 gün sonra Buenos Aires'e indiğimde cebimde 8 frank vardı. Orada Kayserilerle karşılaştım ... Paulista diye bir teneke fabrikasında çalışıyorlardı. Ustabaşı Kayserili Yusuf Efendi'ydi ... bana iş verdi. Günde 8 peso alıyordum ilk ay hammallık ettim ... Beyrut'a geçtim. Burada 2.5 sene şoförlük yaptım. Beyrut'tan yolcu alır Şam'a götürür geri getirirdim ... Nelüfer Hanımsultan'ın kocası Edward, bir iş vermeleri için beni Paris'teki Amerikan sefaretine götürdü. Önce büroda çalışmamı istediler. Bir zamanlar süvariydim sonra pilot oldum masa başında oturamam bana otomobilli bir iş verin dedim. Fransa'ya gelen Amerikalı subayları otomobilimle alır Paris'teki Amerikan abidesine götürür gezdirirdim, dört yıl bu işte çalıştım.. bir akşam ... düştüm kolum kırıldı .... Amerikalı general adam gönderdi 'artık şoförlük yapamaz, ona başka bir iş verelim' demiş. Surenes'teki Amerikan mezarlığında 'guide'lık (mihmandarlık) yapmaya başladım. işim, mezarlığa gelen Amerikalılar'a mezarlığı dolaştırmaktan ibaretti. 1974'te tekaüd oldum. Şimdi her ay başında, Amerika'dan 190 dolar tekaüd maaşım geliyor' Mehmet Orhan "
 
 
" ...Annemle ... Nice'e yerleştik. Küçük bir apartman dairesi tuttuk. Elimizdekileri satarak yaşamaya çalışıyorduk. Gün geldi satacak hiçbir şeyimiz kalmadı. Annem hastaydı ama doktora verecek paramız yoktu. Haydarabad Nizamı'nın oğlu Şecaat, beni böyle bir vaziyette buldu. Çok zengindi ve annemle beni bulunduğumuz durumdan kurtarabilirdi. Evlenme teklifini yokluktan kurtulabilmek için kabul ettim. Haydarabad'a sadece, koynumdaki küçük bir Kur'anla gittim." Neslişah Hanımsultan.
 
" Ama annemin cenazesine katılamadım ... Annem yasak kalkar kalkmaz İstanbul'a dönmüştü. 1960'da vefat etti. Ben sultan çocuğuydum ve 1952'de çıkan kanuna dayanarak Türkiye'ye serbestçe girebilirdim. Henüz Türk tebaasına geçmemiştim ... Annemin vefat haberi gelince Paris'teki Türkiye başkonsolosluğuna koştum. Başkonsolos 'siz hanedandansınız, Türkiye'ye girişiniz yasaktır' dedi ... Ağabeyim İstanbul'daydı ... dışişlerini devreye soktu ... aynı başkonsolos özür dileyip vizeyi verdi. Ama annemin vefatının üzerinden tam  10 gün geçmişti. Cenazeyi bekletememişlerdi. " Osman Nami
 
" Ömer Nami ... 'vatansız' olan kardeşinin de 'Lübnanlı' olabilmesi için başvurular yapar. 'Paris'teydim. bir sabah erkenden kapı çaldı. Postacı, Beyrut'tan ekspres bir zarf getirmişti. İçinden 'Lübnan vatandaşlığına alındınız, sizi kutlarız' diyen bir resmi mektup çıktı ... artık Lübnan'lı olmuştum " Osman Nami.
 
 
                                                                                        

0 yorum:

Yorum Gönder

 

ben gibi benim gibi...hayat gibi... Template by Ipietoon Blogger Template | Gadget Review